“Dünyaya Yine Gelsem, Yine Muhabir Olmak İsterim”

Başarılı televizyon habercisi ve CNN Türk Özel Haberler Şefi Fulya Öztürk, Altınbaş Üniversitesinin düzenlediği C – Talks etkinliğine katılarak, öğrencilerle bir araya geldi.

Son dönemin adından en çok söz edilen habercisi Fulya Öztürk, Altınbaş Üniversitesi Öğrenci Dekanlığı tarafından düzenlenen C – Talks etkinliğinde öğrencilerin sorularını yanıtladı.

Dr. Eray Güçlüer’in moderatörlüğünde gerçekleşen etkinlikte Fulya Öztürk, saha muhabirliğinin zorluklarını ve 21. yüzyıl haberciliğini anlattı.  

Deprem bölgesinde bir kadın gazeteci olarak yaşadığı hem fiziksel hem psikolojik zorlukları paylaşan Fulya Öztürk, “Saha muhabiri olarak arazi şartlarına alışkınım. 3 ay kesintisiz deprem bölgesindeydim. 6 Şubat sabahı 9’dan mayısa kadar ordaydım. Döndüğümde mevsim değişmişti. Anlatacak o kadar çok konu vardı ki dönemezdim. Genellikle arabada, bazen de karavanda kaldık. İlk 4 günlük yorgunluk ve açlıktan yayında bayıldığımı hatırlıyorum. İşimiz bunları ekrana yansıtmamak, insanları üzmemek. Hiç kolay değildi ama orada depremzedelerin yaşadıklarının yanında yaşadığım sıkıntıları anlatmak bile bana ayıp geliyor.” diye konuştu.

Mehmet Ali Birand’ın hayranı olduğunu, gazetecilik aşkının O’nun zamanında başladığını belirten başarılı haberci, Eray Güçlüer’in “Bu strese nasıl dayanıyorsun?” sorusuna da “Ben de bilmiyorum buna nasıl dayandığımı. Ama alıştım sanırım. Bu benim karakterim. Allah beni böyle yaratmış.” sözleriyle cevap verdi.

İnsanların karakterlerine uygun meslek seçmesini öneren Öztürk, “Gazeteci olmak isteyenlerin öncelikle kendi özelliklerini iyi bilmeleri gerekiyor. Bir gazeteci, öncelikle yaşamı ve insanı sevmeli. Mezun olduğunuz bölümü soran hiç olmayacak. Meraklı mısınız, dinlemeyi biliyor musunuz, empati kuruyor musunuz? Bunlar daha önemli olacak.” diye konuştu.

Habercilikte güven unsurunun temel mesele olduğunu vurgulayan Öztürk, sosyal medyadaki bilgi kirliliğine de değindi. Öztürk, “Orda gördüğünüz, okuduğunuz şeylerin çoğu gerçek değil.” dedi. Buna mukabil TV’nin hala inandırıcılığını koruduğunu dile getirerek, “Bence hala en etkili mecra, televizyon. Basılı yayınlar gibi değil televizyonun kolay kolay biteceğini düşünmüyorum.” diyerek televizyonculuğun geleceğine dair görüşlerini paylaştı.

İran’ın İsrail’e füze attığı, tansiyonun iyice yükseldiği zamanda bölgeye giden Öztürk, göz altına alınma sürecinden ve sonrasında yerel halk ile kurduğu iletişime kadar yaşadıklarını da anlattı. Öztürk, “Yabancı bir ülkede görev yapacak gazetecinin, yetkililerden alınmış bir izin kâğıdının olması gerekir. Yabancı bir gazeteciyseniz, dünyanın hiçbirinde öyle sokakta rastgele yayın yapamazsınız. İran gibi bir ülkede de bu oldukça zordur. Gerekli izinleri henüz almadan işe koyulduğumuz için kısa süreli bir göz altı sürecimiz oldu.” açıklamasını yaptı.

Doğru iletişim kurulduğunda açılmayacak kapının olmadığını belirten Öztürk, “İran tarihiyle ve kültürel geçmişiyle tanınması gereken bir ülke. Orada, sokakta 10 gün yayın yaptım. İran’da 90 milyon insan var, bunun 50 milyonu Türk. O yüzden rahat bir şekilde iletişim kurabildim.” diyerek deneyimlerini aktardı.