Anoreksiya: Bedenin sessizliği, ruhun çığlığı

Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, son dönemlerde kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlanan anoreksiya konusunu ele aldı.

Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, son dönemlerde kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlanan anoreksiya konusunu, bireysel bir rahatsızlığın ötesinde, toplumsal ve duygusal bir çerçevede ele aldı.

Prof. Dr. Özen, bedenin yalnızca fiziksel bir varlık olmadığını, yaşanmışlıkların, bastırılmış duyguların ve duyulmamış ihtiyaçların da izini taşıyan bir anlatı olduğunu vurguladı. “Beden bazen söze dönüşemeyen acıların taşıyıcısı olur. Küçüldükçe görünür olacağını sanır insan. Oysa çoğu zaman daha da kaybolur,” ifadeleriyle beden algısının ruhsal boyutuna dikkat çekti.

Sosyal medya ve görünürlük baskısı 

Günümüz gençlerinin, büyümenin ötesinde, dijital dünyada görünür olma baskısıyla da mücadele ettiğini belirten Özen, sosyal medyada idealize edilen beden imajlarının gençler üzerinde ciddi bir kimlik baskısı yarattığını dile getirdi. Bu durumun, bedeni bir ifade aracından çok bir yük haline getirdiğini belirten Özen, “Oysa beden, ruhun ilk dili. Ve çoğu zaman ne olup bittiğini ilk o anlatıyor,” dedi.

Yeme bozukluklarına toplumsal bir bakış 

Anoreksiya gibi yeme bozukluklarının yalnızca bireysel psikolojik sorunlar olarak değerlendirilemeyeceğini, bu tabloda toplumun, kültürel normların ve aile yapısının da önemli rol oynadığını vurgulayan Özen, “Bir genç, yalnızca kendi yükünü değil, çoğu zaman bizim taşıyamadıklarımızı da omuzlar,” sözleriyle toplumsal sorumluluğa işaret etti.

“Görünene değil, görünmeyene odaklanmalıyız” 

Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, bu tür sorunların çözümünde ilk adımın yargılamak yerine anlamaya çalışmak olduğunu vurgulayarak, empati ve farkındalık çağrısında bulundu:
“Artık bakmayı değil, görmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Sadece başkalarının bedenine değil, kendi bedenimize de yeniden dönmemiz şart. Kırılganlığın işaretlerini kaçırmamak, sessizliğin içindeki sesi duyabilmek için.”